29 Ocak 2016 Cuma

Doğu Karadeniz Turlarının Yıldızı: Batum


Son yıllarda yıldızı parlayan şehirlerden biri Batum. Gürcistan’ın Karadeniz sahil şeridinde, Artvin iline komşu bu şehre ilgi her geçen gün artıyor.
Batum, Doğu Karadeniz turlarının bir parçası artık. Hatta olmazsa olmazı.
Bu hoş bir durum bence. Çünkü Türkiye’nin en güzel bölgelerinden biri olan Doğu Karadeniz’i doya doya gezerken, komşumuz olan bir ülkenin herkese her aradığını sunan bir şehrini de vizesiz, pasaportsuz ziyaret imkânına sahip oluyor insan.
Sarp sınır kapısından yalnızca TC kimlik numarası olan nüfus kâğıdınız ve yurt dışı çıkış harcınızla kolayca geçiyor ve bu memleketi dilediğiniz gibi gezebiliyorsunuz.
Batum, Gürcistan’ın Karadeniz kıyısında, Acara Özerk Cumhuriyeti’nin yönetim merkezi olan, Transkafkasya Demiryolu’nun ve Bakü Petrol Boru Hattı’nın son bulduğu önemli bir liman kenti ve ticaret merkezi.
Benim sevdiğim şehirlerden biridir Batum. Eski bir Rus şehri olmanın pek çok özelliğini taşır. Güzeldir bu şehirler. Öncelikle güneş planlı şehirler kategorisine girdikleri için. Yani birbirine yakın iki ana meydan vardır ve şehrin planı da bu meydanları merkez alarak onların etrafında döner ve size yürüyerek şehri gezme olanağını sunar.
Batum’un belki de en sevimli özelliği, şehir sakinlerinin çoğunun ve hemen hemen tüm turizm çalışanlarının az ile çok iyi seviyeler arasında Türkçe konuşabiliyor olmaları. Son yıllarda Batum’a yerleşen epey Türk var. Gelişmekte olan şehirlerden biri olduğu için müthiş iş imkânları sunuyor Batum.
Sarp kapısından kara yoluyla ya da İstanbul’dan uçakla ulaşabilirsiniz Batum’a. Hangisiyle gelirseniz gelin, bahsettiğim gibi pasaporta ihtiyacınız yok. Yalnızca TC kimlik numarası olan nüfus kâğıdı ve yurt dışı çıkış harcı gerekiyor.
Şayet kara yoluyla geliyorsanız size naçizane tavsiyem, yurt dışı çıkış harcı işlemlerinizi sınır kapısına bırakmamanız. Kapıda genelde yoğunluk oluyor, önce harç sırasına girip sonra da ayakta bilgileri yazmanız gerekiyor. Eğer yolunuz Arhavi’den geçiyorsa, sahil yolundan Arhavi merkeze saparken hemen yolun kenarında Turizm Enformasyon Bürosu’nu göreceksiniz. Oraya uğrayın ve evrakları oradan alın derim. Yalnız kişi sayısı çok ise, mutlaka önceden aramakta yarar var.
Kara yoluyla gidenler için önemli bir iki bilgiyi unutmadan aktarmak gerekiyor. Eğer günü birlik bir gidiş ise ve yanınızda bagaj yoksa sorun yok ama gecelemeli ve/veya bagajlı seyahat ise, Türk sınır kontrolünden sonra Gürcü kontrolünden bagajlarınızla geçmeniz gerekiyor.
Kara yoluyla geri dönecekler için de yeni bir kural getirildiğini hatırlatayım. Üç günün altında kalacaksanız şayet Batum’da, gümrükten hiçbir şey geçirtmiyorlar. Hatta yanınızda gümrükten, duty free’den alınmış bir şey varsa, onun parası kadar ceza da ödetiyorlar. Tabii bu kural uçuşta geçerli değil. Havalimanı’nda istediğiniz alışverişi yapabiliyorsunuz ve Türk Lirası da geçerli duty free’de.
Bu arada şehre gitmeden para bozdurmakta fayda var. Batum’da kendi para birimleri olan Lari dışında hiçbir parayı almıyorlar. Her şeyi Lari ile ödemeniz gerekiyor. Kredi kartıyla yapılacak ödemelerde de ciddi zarara uğrarsınız, bilginiz olsun.
Özellikle kara yoluyla gelenler, Sarp kapısından geçip, Batum’a doğru bir müddet gittikten sonra, yol üstündeki döviz bürolarında para bozdurursa daha kârlı çıkarlar. Şehirde kur genelde daha düşük. Seyhatinizin sonunda elinizde Lari kalırsa bozdurmanız mümkün sınırda ya da havalimanında. Bozuk paraları almıyorlar haliyle, onları bitirmeye bakın.
Alışveriş meraklılarına mutlaka belirtmeliyim ki, bu şehir size göre değil. Meşhur Gürcü şaraplarından başka kayda değer bir şey yok. Klasik olacak ama, Türkiye’de her şey var. Hem de alâsı. Fazla alacak şey yok.
Batum, eskiye oranla çok daha güvenli bir şehir. Eskiden yolda yürümek mümkün değilken, şimdi artık istediğiniz saatte istediğiniz yerde rahatlıkla gezebiliyorsunuz. Tek sıkıntı, nereye giderseniz gidin, karşınıza çıkacak olan dilenciler. Onlara dikkat etmek gerek.
Batum’a hangi yoldan gelirseniz gelin, ne kadar kalacak olursanız olun, mutlaka iki önemli noktayı ziyaretinizin başında bitirmenizi tavsiye ederim. Sonrasında yolunuzu uzatır ve zaman kaybettirir.
Sarp kapısından giriş yaptıysanız, daha sınırı geçer geçmez sahil şeridinin hemen hemen tümünün plaj olarak kullanıldığını göreceksiniz. Batum’a doğru ilerlerken yol üzerinde Apsaros Kalesi çıkacak ilk olarak karşınıza. Burayı mutlaka gezin.

Bu kale, Çoruh Nehri’nin Karadeniz’e döküldüğü Gonio kasabasında Romalılardan kaldığı söylenen bir kale. Kalelerin tam tarihlerini belirlemek zordur. Her dönemin kendine has savaş teknikleri ve savunma sistemleri vardır. Bu nedenle kimi zaman eski bir kaleyi kullanmış, kimi zaman o kaleye ekler yapmış, kimi zaman ise yıkıp aynı yere yeni bir kale yapmıştır değişik dönemlerin değişik uygarlıkları. Ama bir sorun daha var ki, bu da göz önünde bulundurulmalı. Türkiye’nin Karadeniz sahillerinde de, bu yörelerde de yeterli arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır. Yapılan çalışmalar ve araştırmalar da ancak MÖ 3000’lere kadar götürüyor buraların tarihini. Bence daha eskilere dayanıyor ve araştırma yapılsa çok enteresan sonuçlar çıkacaktır. Deniz kenarında ve oldukça stratejik bir bölgede bulunan bu kalenin içindeki arkeolojik kazılar üç katman varlığı gösteriyor: Roma, Bizans ve Osmanlı.
Kalenin içindeki arkeolojik buluntuların sergilendiği küçük müze çok güzel. Genel tarih bilgileri, çizimler, fotoğraflar ve buluntular ilginizi çekecektir. Küçücük müzede gerçekten çok hoş bir sergileme yapılmış.
Kalenin bahçesinde Batum’un subtropikal iklimini yansıtan ağaç ve bitki bolluğu içinde yürüyüp gezmek çok keyifli. Bahçedeki Aziz Mathias’a ait olduğu kabul edilen mezar, değişik dönemlere tarihlenen mezarlar, Osmanlı hamam kalıntıları ve değişik arkeolojik açmalar ilgi çekici.
Kaleden çıkıp yola devam edince sahil şeridini ve Batum şehrinin merkezini göreceksiniz. Özellikle son yıllarda her geçen gün daha da yoğunlaşan inşaat faaliyetleri dikkatinizi çekecek. Ülkede bir yandan Rus rejimi sırasında zarar gören ve yıkılan binalar restore edilirken, bir yandan da yeni binalar yapılıyor. Şehri gezerken Türk firmalarının bu işin başını çektiğini ve inanılmaz derecede yatırım yaptığını fark etmemeniz mümkün değil. Türk inşaat firmaları genelde rezidans tarzı binaları yapıyorlar. Sahil şeridine çok yakın yerlerde zaten varolan beş yıldızlı otellerin yakınlarında, aklınıza gelebilecek uluslararası tüm beş yıldızlı otellerin de inşaatı var.
Şehirde dikkatinizi çekmemesi mümkün olmayan bir başka şey de casino bolluğu. Her köşede casinoların reklamı var. Sanırım Rusya’nın casino cenneti yapılmaya çalışılıyor Batum.
Şehrin dokuz kilometre kuzeyinde Mtsvane Kontskhi’de dünyaca meşhur Botanik Bahçesi ikinci ziyaret mekânınız olsun.
19. yüzyılın sonlarında kurulan Botanik Bahçesi, 20. yüzyılın başlarında sistematik bir çalışmayla akademik bir karaktere bürünmüş. Resmi açılışı yapılıp, bitkilerin yetiştirilmesi ve tanıtılmasına yönelik çalışmalar yapılmış. Çok büyük bir alana yayılan bahçede yer alan binlerce bitki türü, ağaçlar, çalılar ve kesme çiçekler arasında Kafkasya’ya özgü yarıtropik bitkiler olduğu gibi, Uzak Asya, Yeni Zelanda, Kuzey, Orta ve Güney Amerika, Himalayalar, Avustralya ve Akdeniz’den bitkilerin yetiştirildiği değişik bölümler var.
Botanik Bahçesi’ne üst ya da alt kapıdan girip gezebilirsiniz. Bahçe çok büyük olduğu ve değişik bölümlere ayrıldığı için her yerini gezmek ve her şeyi görmek çok zor. Aslında en akıllıcası üst kapıdan girip alt kapıya yürümek ve görebildiğiniz kadarını görmek. Ama illâ her şeyi göreceğim derseniz akülü arabalarla gezme şansınız da var. Belli bir ücret karşılığı tüm parkı dolaştırıyorlar.
Bu iki uç noktayı ziyaret ettikten sonra asıl işin keyifli tarafı başlıyor. Şehir merkezini gezmek.
Şehrin tam merkezi limana çok yakın. Nereden isterseniz başlayıp her yeri yürüyerek gezebilirsiniz.
Şehrin merkezinde yemek yemek için çok imkân var. Deniz kenarında bazı lokantalar olduğu gibi, hemen Gogebashvili Caddesinin merkeze yakın olan tarafında pek çok Türk lokantası da dikkatinizi çekecektir.
Bir şehri tanımanın en iyi yolu, yürüyerek gezmektir. Ben buna inanırım. Sokaklara dalın, kaybolun… Tavsiye ederim.
Kaybolmak da mümkün değil ya aslında, neyse…

Piazza Meydanı, Batum’un sembolü adeta. Yapımı 2010 yılında biten meydan bir açıkhava kültür merkezi. Özellikle de son yıllarda dünyaca meşhur pek çok sanatçının konserine ev sahipliği yapmış.

Batum Meryemana Katedrali de 19. yüzyılın sonlarında Neo-Gotik tarzda yapılmış hoş bir katedral. Başlangıçta Katolikler için inşa edilmiş olan katedral bugün Gürcü Ortodoks Kilisesi’ne ait. Şansınız varsa katedrali ziyaret edebilirsiniz. İçeride fotoğraf çekmek yasak. Kadınların mutlaka baş örtüsü takması gerekiyor. Yanınızda yoksa her kilisede baş örtüsü ve etek var, aklınızda olsun. Bu katedralde çoğu zaman içeri girmeye çalışanlara karşı ciddi bir müdahale söz konusu olabiliyor. Görevliler içeri girmenizi engelleyebilir. Dua ya da ayin zamanı olabiliyor bazen böyle. Son gittiğimde hiçbir engelle karşılaşmadan grubumla birlikte girdim içeri, hatta bayağı uzun kaldık, misafirlerim mum yaktı, dua etti. Üstelik benim üstümde blue jean vardı ve kimse bir şey demedi.
Şehirde daha pek çok dini yapı var.
Yapımına 19. yüzyılın sonlarında başlanıp 20. yüzyılın başlarında bitirilen Azize Barbara Kilisesi.
Taşları Trabzondan getirilen, Osmanlı döneminde 19. yüzyılın ikinci yarısında Yunan Katolik Kilisesi olarak yapılan ama 1879’dan sonra Rus Ortodoks Kilisesi olan Aziz Nikola Kilisesi. Şehrin önemli kiliselerindendir.
1873 yılında yapılan Ermeni Kilisesi. 1885’te orijinal ahşap bina yıkılmış ve yerine bugünkü bina yapılmış. Çok hoş bir kilise. Genelde kapalı. Açık bulursanız mutlaka girin, bahçesine de bir göz atın.
Batum’da bir de Katolik Kilisesi var. Elli bine yakın Katolik Hıristiyan’ın yaşadığı şehirdeki bu kilise 2000 yılında modern tarzda inşa edilmiş.
Orta Camii, Batum’daki tek cami. Deniz kenarında yürüdüğünüzde caminin minaresini görüyorsunuz hemen. Şehirde üç cami varmış, Sovyet döneminde her dini yapı gibi bunlar da zarar görmüş ve faaliyetlerine son verilmiş. Geriye kalan tek cami, 1886’da yaptırılmış olan Orta Camii. Bu caminin kapısı orijinal ama geri kalan her şey yeni.
1899 yılında Yahudilere bir sinagog yapmaları için izin çıkmış. Sinagog 1904 yılında açılmış. Bu bina da Sovyet rejimi sırasında kapalı kalmış. 1998’de restore edilip yeniden açılmış.
Şehirde pek çok güzel müze de var. Ben size özellikle Ajara Müzesi’ni öneririm. Tipik bir etnoğrafya müzesi. Eser bolluğu ve sıcak sergi stilinden hoşlanacağınıza eminim.
Yollarda yürürken eski evlere dikkat edin. Çoğunun dışı yenilenmiş. İçleri perişan vaziyette olan da çok var, dışı yenilenmemiş olan da. Fotoğraf çekmek isteyenler için çok malzeme var bu şehirde.
Baltık mimarisini andıran çok şey göreceksiniz. Bazı sokaklar bana Kars’ı anımsatıyor. Eski evlerde Kars’tan bildiğimiz peç denen ısıtma sistemi de var.

Avrupa Meydanı diye anılan meydanda 2007 yılında dikilen Medea ve Altın Post heykeli şehrin her köşesinden görülür neredeyse. Altın Post efsanesi aslında Halikarnas Balıkçısı’nın da gayet isabetli bir şekilde aktardığı gibi, her şeyi Batı’ya yazma sevdasından, sonradan uydurularak mitolojik hikâyelerin arasına katılan bir hikâyedir. Bu meydan çok güzel bir meydan. Kafeleriyle, etrafındaki hoş binalarıyla mutlaka vakit geçirmeye değer.

Avrupa Meydanı’na çok yakın olan bir başka güzel meydan da Tiyatro Binası’nın olduğu meydan. Meydanın tam orta yerinde Neptün heykeli ve üzerinde durduğu zarif çeşme fotoğrafçılar için hoş bir görüntü sunuyor. Hele hele heykeli kadrajın sağına oturtup, ortaya Radisson Otel ve en sola yeni açılacak olan yüksek binayı alırsanız, görüntüye siz de bayılacaksınız.
Bu meydanın hemen yakınında Kolonad denen güzel bir başka mekân var. Ortadaki havuzu ve fıskiyeleri ile akşamları pek keyifli bir yer. Bütün şehir orada gezmeye çıkar, buluşur. Turizm enformasyon bürosu da tam o meydanın başında. Şehir haritası ya da hediyelik eşya için güzel bir yer.
Her köşede kafeler, içki satan dükkânlar, restoranlar dolu. Aç ve susuz kalmak mümkün değil.
Şehrin güzel parklarından biri de biraz ötedeki Nurigeli gölünün yanındaki 6 Mayıs Parkı.
Ardagani Gölü’nde ise akşamları çok hoş bir gösteriye tanık olabilirsiniz. Fıskiyeler ve müzik eşliğindeki ışık oyunları ile onlara ayrı bir hava katan inanılmaz güzellikteki hologramlar. Kuğu Gölü Balesi’nden göbek dansına kadar her şey var. Sanki gerçek gibi, sanki birileri orada dans ediyormuş gibi. Bu ışık ve su oyunları sırasında, yani hava kararınca, şehirdeki tüm binalarda ışıklandırma oluyor. Hepsi birbirinden güzel.
Rus şehirleri heykelleri ile meşhurdur. Bu şehirde de heykel bol. Tam Ardagani Gölü’nün karşısındaki Adalet Sarayı ve göl arasındaki meydanda bulunan yuvarlak heykel de hem ışıklandırılıyor hem de dönüyor su ve ışık oyunları sırasında. Bu heykel, şehrin merkezinde, deniz kenarında dönme dolabın yanında duran ‘Ali ve Nino’ heykelinin yaratıcısı, dünyaca ünlü heykeltraş Tamara Kvesitadze’ye ait.
Ardagani Gölü’nde ışık ve su oyunlarının yapıldığı yerde büyük bir lokanta var. Grand Grill adındaki bu lokantayı bir Türk işletiyor. Türk ve Gürcü yemekleri var; son derece güzel ve zarif bir lokanta. Çok rahat edecek ve çok memnun kalacaksınız.

Şehir merkezinde deniz kenarında ‘Mucize Parkı’ diye adlandırılan parkta koca bir bina dikkatinizi çekecek. Binanın üstünde Gürcü alfabesinin harfleri var. Harfler DNA şeklinde dolanarak binanın tepesine kadar gidiyorlar. Binanın adı da zaten ‘Alfabe Kulesi’. Binanın içindeki asansör ile binanın tepesindeki döner lokantaya ulaşılabiliyor. Binada ayrıca bir rasathane ve televizyon stüdyosu da var.
Bu Alfabe Kulesi’nin hemen yanında eski bir deniz feneri göreceksiniz. Bence binanın İspanyol mimarı Alberto Domingo Cabo bu fenerden esinlenerek yapmış kuleyi. Zaten kule de bir deniz fenerini andırıyor. Hakkında yazı yazasım var.
Kulenin ve deniz fenerinin olduğu yer sahil şeridi ve yürüyüş yapılabilecek, bisiklete binilebilecek yollar olduğu gibi, halka açık plaj aynı zamanda. Radisson otelin özel plajı da var kıyıda.
Hemen bunların yanında kocaman bir dönme dolap göreceksiniz. Son derece yavaş hareket eden, güvenli bir alet. Mutlaka binin. Şehri yukarıdan görmek ve fotoğraf çekmek için çok iyi bir çözüm. Özellikle de eğer Batum’da kalıyorsanız, gece hava karardıktan ve şehir aydınlatıldıktan sonra binin. Gerçi gündüz de güzel. Bütün şehri görebiliyorsunuz.

Hemen dönme dolabın yanında, deniz kıyısında bir heykel var. Sekiz merte boyundaki bu metal heykel, karşılıklı duran bir kadın ve bir erkeğin heykeli. Geceleri ışıklandırılan ve hareket eden bu heykel, Kurban Said’in ünlü romanı Ali ve Nino’nun adını taşıyor. Ünlü sanatçı Tamara Kvesitadze bu eseri 2010 yılında yapmış. Heykel ölümsüz aşkın, Avrupa ile Asya’nın kesişen yollarının, birbirine yabancı halkların ve insanların karşılıklı anlayış ve hoşgörülerinin sembolü.
Müthiş bir hikâye ve müthiş bir eser, muhteşem bir çalışma.
Siz şehri doya doya gezin ve tadını çıkartın. Aslında tüm bu yazdıklarımı bir gün içinde bile yapabilirsiniz. Ama geceliyorsanız daha da güzel, çünkü Batum’un ışıklandırılmış halinin tadına doyum olmuyor.

(14 Ağustos 2013 tarihli yazımdır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder