18 Şubat 2018 Pazar

Az Bilinenler - 7



Süryanilerde çok eski bir gelenek: Hano Qritho

Ortodoks dünyası Paskalya’dan önce 50 günlük oruç tutar. Bu oruç başlamadan bir gün önce yani Pazar günü gençler özel olarak hazırladıkları bir kadın maketiyle ev ev gezerler, gezerken de “Hani Qritho” diye bir şarkı söylerler. Bu şarkıyı dinleyen ev sahipleri gençlere bulgur, yağ ve yumurta verirler.

Bu malzemeyle kilisenin avlusunda geleneksel bulgur yemeği hazırlanır. Avluya toplanan herkese bu yemekten dağıtılır ve müzik eşliğinde oyunlar oynanır. Kalan yemekler köyün muhtaç insanlarına dağıtılır.


Şölenin sonunda kadın maketi parçalanır. Gulyadlı Naftah ve kızının hikayesine dayandırılan bu gelenek her sene yapılır.

16 Ocak 2018 Salı

Az Bilinenler - 6


TROYA BARIŞI NEDİR?


1988’den ölümü 2005 yılına kadar Troya kazılarını yöneten Prof. Dr. M. Osman Korfmann’ın ölümünden birkaç yıl önce dile getirdiği Troya Barışı projesi şunları kapsamaktaydı:

Siyasette barış. Yakın gelecekte, tarih ve mitoloji zengini Troya’da; konferanslar ve toplantılar düxenlenebilir. Cenevre, Davos, Brüksel, Washington, Camp David yerine, barış görüşmeleri Troya / Çanakkale’de yapılabilir.

Doğayla barış. Bu bölgede örnek olacak bir şekilde geliştirilebilir. Troas Bölgesi, diğer sahil şeritleri gibi giderek artan yoğun yerleşme tehdidi altındadır. 1996 yılında ilan edilen Troya Tarihi Milli Parkı ve 1998 yılında Troya’nın UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması bu alandaki korumayı sağlamaktadır, ancak bu koruma yeterli değildir. Karamenderes Deltası, göçmen kuşları kuzey - güney rotasında çok önemli olan bir konaklama yeridir. Yoğun tarıma rğmen leylekler, Troas’ta daha önce de olduğu gibi, hâlâ yaygındır. Bu bölge, az rastlanan ve koruma altındaki kuş türleri için koruma alanı işlevi görmektedir. Bir başka amaç ise, Homeros’un İlyada’sında da geçen hâl3a var olan bitki türlerini korumak ya da bazılarını yeniden yetiştirmek olmalıdır. Doğal bir temele dayalı yoğun olmayan bir tarımın geliştirilmesi, desteklenmesi ve özendirilmesi çoğunluğu ilgilendiren bir konu olmalıdır. Made in troya, bölgeye yakın olan milyonluk İstanbul ve izmir kentleri için, ekolojik yöntemle elde edilen tarım ve hayvancılık ürünlerinin yeni adı olabilir.

Kültürde barış. Günümüzde troya kazıları buluntuları, 50’den fazla müze ve koleksiyonlara dağılmış durumdadır. Troya hazinesine ait buluntular 9 farklı yerdedir. Türkiye cumhurbaşkanı ve kültür bakanının ilân ettiği uluslararası standartlardaki büyük müzenin yapımı ile Troya buluntuları sahiplerine şu ilginç teklif yapılabilir: Bu buluntular neden -geçici bir süre için de olsa- bulundukları yere geri dönmesin? Burada yeni, barışçıl ve birleştirici fikirler ve girişimler gereklidir. Böyle bir müze, ekonomik açıdan bakıldığında da önemli olabilir.

Bu üç konunun ana hatları; yani siyasette, doğada ve kültürde barış, “Troya Barışı” fikrinin temelini oluşturmaktadır.

Fotoğraf: M. Osman Korfmann, Troya örenyerinde 2003 yılı Homeros Ödülü’nü Yaşar Kemal’e veriyor.


Kaynak: HOMEROS, İLYADA, TROYA - Rüstem Aslan

Az Bilinenler - 5


Asur bayrağı (Süryani Bayrağı)

Asur halkını kendi yurtlarında ve diasporada temsil etmesi için Asurlar tarafından seçilmiştir.

İlk olarak George Bit Atanus tarafından tasarlandı ve sonrasında Asur Evrensel İttifakı, Asur Ulusal Federasyonu ve Bet-Nahrin Demokrat Partisi tarafından 1971 yılında kabul edildi.

Bayrakta beyaz arka plân ve merkezinde altın renginde bir daire bulunmaktadır. Dört köşeli mavi bir yıldızla çevrilidir. Dört tane üç renkliye sahiptir (kırmızı-beyaz-mavi). Genişleyen dalgalı çizgiler dört yandan merkeze bağlıdır. Demir Çağı ikonografilerinden bilinen Hristiyanlık öncesi Asur Tanrısı Aşur’u Bet-Nahrin Demokrat Parti bayrak merkezinin hemen üzerine yerleştirmiştir.

Merkezdeki altın sarısı güneşi temsil eder. Kendisinden patlayan ve saçılan alevler dünyanın ve yaşayan her şeyin yaşamını sürdürmesini sağlar. Güneşi simgeleyen dört köşeli yıldız toprağı simgeler ve mavi olması sükuneti temsil eder. 

Bayrağın merkezinden dört köşeye yayılan dalgalı çizgiler, Mezopotamya’nın üç büyük nehri olan: Dicle, Fırat ve Zap Suyunu temsil eder. Merkezde küçük olan çizgiler dairenin dışına taştıkça genişlemektedirler. Koyu Mavi Fırat’ı temsil eder. Kırmızı çizgiler cesaret, zafer ve onuru temsil eden Dicle nehridir. Beyaz hat iki mükemmel nehir arasını simgeleyen Zap suyunu temsil eder ve beyazlığı huzuru ve barışı temsil eder.

Kimileri kırmızı, beyaz ve mavi çizgileri dağılmış olan Asurları yurtlarında tekrar bir araya toplayacak olan bir karayolu olarak yorumlamaktadır.


(Kaynak: Vikipedi)

Az Bilinenler - 4


Kuzey Mezopotamya’dan gelip batı ve kuzeybatıya bağlanan önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunan Harran, Asurlu tüccarların da önemli uğrak yerlerindendi.

Anadolu ve Mezopotamya arasındaki karşılıklı ticaret binlerce yıl hep Harran üzerinden yapıldı.

Harran’da bulunan höyükte yapılan kazılardan elde edilen buluntular MÖ 6000’li yıllara geri gidiyor, yani Halaf dönemine.

Erken Tunç Çağı’nın önemli dini merkezlerinden biri olan Harran bu özelliğini Asur döneminde de korumuştur. Harran’da bulunan Ay Tanrısı Sin’in Tapınağı’nda Hititler ve Mitanniler arasında Güneş Tanrısı Şamas adına bir antlaşma imzalanır.

Belki buraya kadarını biliyordunuz. Bundan sonrası ilginizi çekecek mi bakalım?

Bahsi geçen bu tapınak Akatça E-HUL-HUL (Tanrının evi) diye adlandırılır.

Günümüze gelen belgelerden Asur kralı Asarhaddon’un şehre kendisinin ve iki veliahtının heykellerini diktirdiğini öğreniyoruz.

Asurbanipal ise küçük kardeşlerinden birini ay tanrısının rahibi tayin eder.

Harran’ın çok az bilinen bir başka özelliği de Asur İmparatorluğunun son başkenti olmasıdır. Bazı iddialara göre Ninive’nin düşmesi ile sona ermiyor Asur imparatorluğu. Son kral Asur Uballit kentin stratejik konumu ve Sin kültürünün önemli bir merkezi olması nedeniyle yönetimi Harran’a taşıdı. Tanrı Asur yaşatır anlamına gelen son kralın adı bile ilk kralın adını kullanarak devleti canlandırma çabasının bir parçasıydı aslında. Ama ne yazık ki kendisi son kral oldu ve Babil ve Med askerlerinin kuşatmasıyla şehir MÖ 610 yılında alındı, Mısır’a kaçan kralın bir yıl sonra şehri kurtarma çabaları sırasında öldüğü tahmin ediliyor. Ortadoğunun büyük gücü Asur böyle son buldu.


Güneydoğu Anadolu ve kuzey Suriye’de bazı köylerde görülen konik örtülü evlerin en anıtsalları Harran’dadır. Bu Asur ve Babil döneminden beri bölgede kullanılan mimari bir özelliktir. Asur’un başkenti Ninive’de bulunmuş bir kabartmada ve bir Babil sınır taşında buna benzer yapılar görülmektedir.

Az Bilinenler - 3


986 yılında İtalya’da Carlo Petrini tüm dünyada yankı bulacak bir hareketi başlatır: Slow Food. Bu hareket geleneksel ve yerel yemek ile yeme biçimlerini, yerel ekosistemlerin özelliklerini korumayı hedefler ve teşvik eder.

Hareket çok bilinçli ve organize bir şekilde İtalya gibi yeme içme kültürü olan bir ülkede fast food zincirlerine bir tepki olarak başlar.

1989 yılında hareketin kurucu üyelerinden olan Falco Portinari, Komünist Manifesto’dan sonra yazılmış en iyi manifesto olduğu söylenen Slow Food Manifestosu’nu yazar.

1989 yılında Greve in Chianti’nin eski belediye başkanı Paolo Saturnini’nin vizyonuyla, Slow Food başkanı Carlo Petrini’nin de benimsediği ve Slow Food felsefesini kentsel boyuta, yaşam kalitesini yükseltmek amacıyla kentlerin kendilerini değerlendirmelerini ve farklı bir kalkınma modeli ortaya koymaları fikrini ulusal boyuta taşıyan Cittaslow (Yavaşşehir) hareketi oluşmuştur.

Tüketim odaklı hayatın insanlara mutluluk ve huzur getirmediği, insanların farklı bir yaşam biçimi aramaları kentsel boyutta Cittaslow hareketini ortaya çıkarmıştır. 

Günümüzde 30 ülkede 241 kente yayılan Cittaslow felsefesi yaşamın, yaşamaktan zevk alınacak bir hızda yaşanmasını savunmaktadır. İnsanların birbirleriyle iletişim kurabilecekleri, sosyalleşebilecekleri, kendine yeten, sürdürülebilir, el sanatlarına, doğasına, gelenek ve göreneklerine sahip çıkan ama aynı zamanda alt yapı sorunları olmayan, yenilenebilir enerji kaynakları kullanan, teknolojinin kolaylıklarından yararlanan kentlerin gerçekçi bir alternatif olacağı hedefiyle yola çıkmıştır.


Türkiye’deki Yavaşşehirler: Akyaka, Eğirdir, Gerze, Gökçeada, Halfeti, Perşembe, Şavşat, Seferihisar, Taraklı, Uzundere, Vize, Yalvaç, Yenipazar.

15 Ocak 2018 Pazartesi

Az Bilinenler - 2



Bu belki de hemen hemen hiç bilinmeyen, hatta bugüne kadar hiç işlenmemiş bir konu:

Mardin Çalışma Komisyonu olarak Dr. Ahmet Maden ile Mardin Valiliği’nin Mardin Şehir Planı/İl Haritası için çalışırken Gezi Rotaları diye bir bölüm hazırladık. O sırada yaptığımız çalışmadan şöyle bir şey çıktı:

Türkmen Hanedanları dönemine bakarsak, Artuklu’da devlet ve hükümdar eliyle yapılan ilk yapılar daima ana cadde üzerinde. Hanedanın ikincil şahıslarının yaptırdığı yapılar Savurkapı’ya yakın ve kuzeyde. Devlet adamları tarafından yaptırılanlar güneybatıda. Özel şahıslar tarafından yaptırılanlar da güneydoğuda, Şehidiye’nin hemen altında yer alıyor. Hepsi de sur içinde bu arada!

Akkoyunlu devrinde, Artuklu yapıları kullanılmakla birlikte, hanedan kaleye çekilmiş, Kasımiye de sur dışına çıkmış. Tıpkı şu andaki Firdevs Köşkü gibi. Yani tam uçlarda!

Osmanlı devrinde mekânsal bir gelişme olmamış. Ya eski ile idare etmişler ya da ne olduğunu şimdi bilmediğimiz binaları yıkıp, yahut da bahçeleri istimlâk edip Hamidiye Kışlası, Alman Misyonu, İstasyon gibi binaları yapmışlar. Oldukça dağınık ve günü kurtaran yapılaşmalar. Gerçek anlamda şehir içi bir mekânsal gelişme yok!

Son mekânsal gelişme gerçek anlamda Cumhuriyet devrinde olmuş, şehir, başta idari binalar olmak üzere sur dışına taşınarak Yenişehir yaratılmış.

Bu gelişime bakarak Artuklu devrinde şehrin zaten mekânsal olarak belirlenmiş bir şablonu olduğu ortaya çıkıyor, bu da olsa olsa Süryani Devri mekân özellikleri şablonudur. Bu sebeple de Artuklu hükümdarları göze görünür yerde yani ana cadde üzerinde kalıcı bina inşa etmişler. Buralarda zaten Süryani, daha geniş anlamıyla Hıristiyan devri yapılaşması olduğu çok açıktır. Henüz detaylarıyla araştırılmamıştır bu konu.

Buna bakarak şehir planının vazgeçilmez önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.


Mardin Şehir Planı/İl Haritası’nda bu konuyu Gezi Rotaları’na taşıdık. Şu anda akademik olarak bu konu üzerine çalışılıyor. Gururluyum!

28 Kasım 2017 Salı

Sanki İzmir benimle konuşuyordu

50 yılı aşkın bir süredir dünyanın en iyi  müzisyenleriyle aynı sahneyi paylaşan, önemli müzisyenlerin onuruna konserler veren George Dalaras geçtiğimiz ay İzmir’de hayranlarıyla buluştu, annesinin doğduğu şehri keşfe çıktı. Sırada yeni konserler var
Dünyaca ünlü Yunan müzisyen George Dalaras ekim ayında İzmir’de çok özel ve unutulmaz bir konsere imza attı. Bu konser Yunanistan’ın İzmir Başkonsolosu Argyro Papulia’nın şahsi girişimleri, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Atina Nea Smyrni Belediyesi işbirliğinde, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde gerçekleşti.
Konsere ben de davetliydim. Yakından takip ettiğim, en sevdiğim sanatçının bu seferki gelişi beni çok heyecanlandırmıştı. Çünkü yıllardır Türkiye’de konserler veren Dalaras, annesinin doğduğu, yaşadığı ve 1922 yılında terk etmek zorunda kaldığı İzmir’e ilk defa gelecekti.
Konserden bir gün önce İzmir’e gelen Dalaras, konser sonrası annesinin şehrini tanımak, olabildiğince onun izlerini sürmek istediği için dönüşünü erteledi. İki gün boyunca, bazı bölümlerine benim de katıldığım gezisinde sanatçıya ve eşine İzmirli Rumlardan Teodora Hacudi eşlik etti. Bu sırada Dalaras’la hem müzik kariyerini hem de Türkiye’ye dair düşüncelerini konuştuk.  

Agora ziyaretinin ardından mültecilerin de yaşadığı arka sokakları gezerken yanına yaklaşan Gazel adındaki küçük kızı sevdi, yine o sokaklarda gördüğü bir başka kızın adını sordu. Kızın adının Sultana olduğunu öğrenince çok duygulandık. Dalaras’ın annesinin adı da Sultana’ydı.
Annesinin memleketinden ne kadar etkilendiğini Yunanistan’a döndükten sonra şöyle dile getirdi:  “Ayrılırken bize rehberlik eden Teodora Hacudi, bana bahçeden bir nar getirdi. Onu stüdyoya, ofisime koydum, üzerinde ‘İzmir’den geldim’ yazıyor. Her gördüğümde tatlı bir hava esiyor ve hoş bir koku geliyor.”

- Müzik kariyerinize baktığımızda 50 yılı aşan çok başarılı ve parlak bir dönem görüyoruz. Yıllar geçtikçe performansınız daha da mükemmelleşiyor. Önemli müzisyenlerin onuruna ve anısına konserler veriyorsunuz.  Sizinki efsanevi bir misyon ve bitmemeli. Gelecek için planlarınız nedir?
Bu güzel sözlerin için çok teşekkürler. Beni şımartıyorsun. Aslında çok genç başladım, 16 yaşımda. Büyük tutkum olan müziğimi yaptığımda kendimi kutsanmış hissediyorum.Başta sanatsal olmak üzere tüm hayallerimi gerçekleştirdim. Müzik beni daha aktif ve sosyal yanı daha güçlü biri yaptı. Bunu söylüyorum, çünkü sözünü ettiğin konserlerin birçoğu ticari değil, sosyal ve kültürel amaçlar için, tıpkı İzmir’deki son konserimiz gibi. Geleceğe gelince, bir süre daha yaptığım işleri yapmaya devam edeceğim: Yunan şarkılarını konserler aracılığıyla elimden geldiğince dünyaya ulaştırmak, değerli müzisyen ve takdir ettiğim sanatçılarla iş birliği yapmak ve bir fırsatı hak ettiğini düşündüğüm genç insanları teşvik edip tanıtmak.
Annenizin doğduğu İzmir’e ilk kez geldiniz. Duygularınızı merak ediyorum.
İzmir’deki konserimiz ve şehir turumuz büyüleyici bir deneyimdi. Derin bir duygu hissettim ve çok sevgi aldım. Sanki burası benimle konuşuyordu. Bir yandan burası annemin evi ve dolayısıyla benim köklerimin olduğu yer, öte yandan bir müzisyen olarak, bu insanların 1922’de buraları terk etmek zorunda kaldıklarında Yunanistan’a beraberlerinde getirdikleri kültür, gelenek, zekâ, müzik ve inceliği seviyorum. Bu çocuklarına ve torunlarına miras bıraktıkları bir ruhtur. Yunanistan’daki göçmenlerle görüştüm ve İzmir’deymişim gibi hissettim. Bu vesileyle buradan herkese teşekkür etmek istiyorum, bizi çok büyük bir sevgiyle karşılayan, bu harika gece için çalışan bizimkilere, sizinkilere, herkese.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği İyi Niyet Elçisi olarak dünyanın bugünkü durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Neler yapılabilir?
Ne yazık ki az şey. Acı çekerek izliyor ve vatanlarını terk eden mültecilerin yolculuklarıyla ilgili endişe duyuyoruz. Aslında ne yapsak yararlı olur ancak büyük değişim Avrupa’daki baskılardan, Dublin II Yönetmeliği’ni gözden geçirmeye karar verecek parlak zihinlerden gelecek. Bu insanların adil bir şekilde dağılımını sağlamak, sığınma prosedürlerini hızlandırmak, olanların önüne geçebilmek için adalar ve sıcak noktalarda toplama kampları kurmamak lâzım. Bu da uzun bir mücadele ve cesur siyasî kararlar gerektiriyor.
Birkaç şey yapabiliriz. Dünyayı bilgilendiriyoruz, bağış toplama amaçlı konserler veriyoruz. Her şekilde olayların peşindeyiz. Bu insanların adil şekilde yerleştirilmelerini sağlamak ve entegrasyonları için çözümün modern bir yasa, bir mevzuat olduğuna inanıyorum.
Sizin müziğinizi her dinlediğimde “Acılarına şarkı söylenecek o kadar çok insan var ki” diye fısıldıyorsunuz sanki kulağıma. İyi niyet elçisi olarak yakın gelecekte ne gibi çalışmalarınız olacak?
Geçen yıl Midilli’de Yunan gönüllülerimizin mültecilerle dostça dayanışma gösterdiği konserler verdik. Brüksel’de veya Strasburg’da bunun gibi bir konser düzenlemeyi düşünüyoruz. Bu arada Yunanistan’da Mülteciler Konseyi’nin iş birliğiyle de bazı etkinlikler gerçekleşiyor.
Sizin gibi bir sanatçının beste ya da güfteleri olmadığına inanamam. Var mı? 
Yunan bestecilerin, şairlerin, söz yazarlarının gerçekten çok güzel şarkılarını yorumladığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Bir müzisyen olarak ben de bazı şarkılar yazıyorum. Şansıma hep çok güzel şarkılar söyleyerek şımartıldığım için biraz endişeliyim. Aramızda kalsın ama benim bestelerimin onlarınkine ulaşacağına inanmıyorum! Sanırım yolum bitmeden ben de kendi şarkılarımla bir kayıt yaparım. Birçok dostum benden bunu bekliyor.
“Burada harika müzisyenler var"

Bir müzisyen olarak bugün bulunduğunuz yerden Türk müziğini nasıl görüyorsunuz?
Etkileyici. Burada harika müzisyenler var. Bunu çok iyi biliyorsun. Bu bir iltifat değil, onlara imreniyorum ve onlardan öğreniyorum. Ayrıca Türk müzisyenler geleneksel müziğe güvenerek bir adım daha ileriye gittiler. Çağdaş unsurları zevkli bir şekilde ve büyük başarıyla katıp zenginleştirdiler müziği, bu da gerçek ilerlemedir. Geleneklerini bozmuyor, müziğe güveniyor, kendi bilgileriyle zenginleştiriyorlar ve sonuç her sefer çok etkileyici.

* Bu söyleşi 18.11.2017 tarihinde Milliyet Gazetesi Cumartesi Eki "Sırt Çantam" köşemde yayınlanmıştır.